GİDAŞATIMIZIN HATIRLATTIĞINA RAĞMEN UMUT VAR!

0
blank

Geçtiğimiz hafta gazetelerin ön sayfalarında ‘’virüsten değil açlıktan öleceğiz’’ mealinde başlıkları, siyaseti magazinleştiren dergâh ziyaretini ve Ankara’daki iradenin yaklaşan seçimlere ağırlığını koyarak taraf olmasının hepsini bir arada görünce gözümün önünde bambaşka bir yakın gelecek belirdi.

blank

12 Eylül askeri darbesinin 40. yıldönümüne günler kala Türkiye’yi 12 Eylül 1980 sabahına götüren sürecin koşullarına yaptıkları ve yapmadıklarıyla zemin hazırlayanların sonrasında yazıp anlattıklarını düşündüm. Bundan hareketle de bugün Kuzey Kıbrıs’ta toplumun içine sürüklendiği psikolojideki benzerliğin üzerinde durmakta fayda olduğu kanaatine vardım.

İnsanlığın tarihini cahilliğin tarihi olmaktan çıkartmak için geçmiş ile bugün arasında sebep-sonuç ilişkisi üzerinden çıkarımda bulunmak; gelmekte olan ve toplumu siyasi görüş gözetmeksizin tümüyle etkileyecek olumsuz gelişmeleri önleyebilir.

Malum tarih baştan sona doğru yaşanır ama sondan başa doğru da yazılır. 

12 Eylül 1980’e giden süreçte cepheleşmiş ve birbirleriyle kıyasıya mücadele edenlerin o günün koşullarında başka neye hizmet ettiklerini düşünmeye ne vakitleri, ne de iştahları olduğu o günlere geri dönüp bakıldığında, iş işten geçtikten sonra göründü. O günün koşullarında hiç kimsenin dili, kendi tutku, hırs ve iradeleriyle verdikleri mücadeleye ‘’biz aslında yanlış yapıyoruz hatta galiba kullanılıyoruz’’ demeye varmadı ya da varamadı. Siyasi akıl tutulması onurlu çıkış kapısını iyice kapatarak siyasetin ve toplumun tümüne hâkim oldu.

Maharet elbette bunu o günün koşullarında görebilmek ve bu oyunu bozacak siyasi fedakârlık gerektiren adımları atıp ortak akla gelmekti. Olmadı ve Türkiye çok büyük bir bedel ödedi. Bugün hala daha 12 Eylül’ün bedelini ödemeye de devam ediyor.

Okumuş ve bir o kadar da kurnaz olduğuyla övünen Kıbrıs Türk toplumu, okumuşluğun ve yanı başımızda yaşanmışlığın sonucu olan ‘’tecrübeli cahilliğin’’ önüne geçmek için aklı selime gelip, tam da bu günlerde düşünmesi ve kafa yorması lazım: Bir tarafta adanın güneyinde ağzı açık bizi azınlık olarak yutmak için belimizin kırılmasını bekleyen zihniyet var. Bizim umutsuzluğumuz ve bıkkınlığımız onların siyasetinin umut kaynağı, hasadıdır. Toprak ya da garantörlükten önce esas strateji bizim bıkkınlığımız ve Türkiye üzerinde oluşturacağımız maddi ve manevi yükün, aramızdaki ilişkiye olacak olan yansımasıdır.

Güneyimizde durum buyken kuzeyimizde de din ile harmanlanmış içinde Atatürk’ü barındırmayan ‘milli’ söylem ve dayatmaları ortaya koymaktan kaçınmayanların kibirli ve gereksiz yere müdahaleci yaklaşımı var.

Birine karşı çıkarken diğerini savunur duruma düşmekten de kurtulamıyoruz. Siyasetçilerimizi ve toplumu kutuplaştırmaya zorlayan bir ortam oluştu.

İçinden geçtiğimiz süreçte takındığımız tavırın bizi, ya Rum’un ısrar ettiği azınlık statüsünü kabul etmeye ya da Türkiye’nin adanın kuzeyine farklı bir şekilde müdahale etmek durumunda kalacağı bir zeminin oluşmasına hizmet edip etmediğini aklımızın bir köşesinde hep tutmakta fayda var.

Adanın kuzeyindeki gidişatımızı 12 Eylül 1980 öncesi Türkiye’sine benzettiğim için buna ‘komplo teorisi’; ‘terör mü var?’; ‘kan mı dökülüyor?’; ‘ne alakası var?’ veya ‘abartma’ diyenler çıkabilir. Durdurulamayan terörün yerine bir türlü düzene sokulamayan ve günden güne etkisini kaybeden devlet yönetimi, plansız icraatın yarattığı kaos ve birikim yapmış olan usulsüzlük, rüşvet ve adam kayırmacılık toplumu boğulma noktasına getirdi. Çürümüşlüğün boyutu ve kokusu neredeyse terör karşısında oluşabilecek olan çaresizlik kadar etkili hal aldı.

Bu durum karşısında bize ‘ağabeylik’ yapması gereken Ankara’daki irade ‘ağalık’ yapmayı yeğledi. Bu anlaşılmaz yaklaşım, koskoca Türkiye’nin çıkarlarına hiçbir katkı sağlamaması hatta toplum üzerinde olumsuz bir tat bırakmasının yanında kendini ‘efe’ rolüne sokmaktan başka bir siyaseti ve söylemi olmayan yerli siyasetçilerin prim yapması sonucunu doğurdu.

12 Eylül benzetmesini yaparken dikkat çekmek istediğim, gidişatımıza bakarak toplumun bıkkınlık ve çıkış yoluyla ilgili içine düştüğü ümitsizliktir. O ümitsizlik tarlası gün gelir üzerine öyle şeyler ekilmeye müsait hale gelir ki şaşırır kalırsınız. 12 Eylül sabahı karşılandığı gibi büyük bir coşkuyla karşılarız.

Yazının sonunda bir kez daha tekrarlayalım:Tarih baştan sona doğru yaşanır ama sondan başa doğru da yazılır. Tehlike ve risk bunu görüp alternatif yol ve zaman varken bir şey yapamamaktadır.

Kafamızı biraz toparlayıp düşünürsek önümüzdeki seçimde bizi sürüklendiğimiz kaos ve ikilemle karşı karşıya getirmeyecek, bunu yapmakla da hem Kıbrıs Türküne hem de Türkiye’ye hizmet edecek kutuplaşmaktan uzak birleştirici alternatif vardır. Umutluyum çünkü açıklanan şaibeli anketler bile 50% ye yakın karasız olduğunu söylüyor. 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz