MÜDAHALEYE DE OTOPSİ YAPMAK GEREKMEZ Mİ?

0
blank

Faiz Sucuoğlu’nun UBP Genel Başkanlığı’na seçilmesiyle birlikte gündeme gelen erken genel seçimde meclis aritmetiğinin çok fazla değişmeyeceği biliniyordu ama kimse seçime gidilmesine itiraz etmedi. Sadece siyasiler değil, kamuoyuna öncülük etmeye soyunan kanaat önderleri de meclisin yenilenmesinde fayda gördüler. Böylece, önümüzde yeni bir dönem açılacak, yeni hükümet alınması gereken önlemleri belki biraz da zamana yayarak alma olanağına kavuşacaktı.

Olmadı… Ne seçimi kazananlar, ne de seçime razı olanlar arzuladıklarına ulaşamadılar… Yaşamakta olduğumuz kriz, KKTC’de istikrar denen şeyin tek başına seçimle elde edilemeyeceğini, Türkiye ile ilişkilerin bu istikrarın varlığını veya yokluğunu doğrudan etkilediğini bir kez daha anlamamıza katkıda bulundu.

MÜDAHALEYİ ONAYLAMAK

Elbette bugünkü istikrarsızlığın görünen yüzü Sucuoğlu Vakası’dır. Faiz Sucuoğlu, iki yıl önceki UBP Kurultayı’nın ilk turunu birinci sırada tamamladığı halde yarıştan çekilmek zorunda bırakılmıştı. “Türkiye istemiyor”, denilmişti ama neden istemediğini açıklayan hala daha bulunamamıştır. Türkiye, Sucuoğlu’nu gerçekten istemiyor olmalı ki partisinin başına %60 oy çokluğu ile seçilen, partisini Ocak-2022 seçimlerinden 24 milletvekili ile birinci parti olarak çıkaran Faiz Sucuoğlu, bir türlü “geçerli bir başbakan” olamıyor.

Bunları bu şekilde ifade etmek, kimilerine göre Türkiye’nin müdahalesini “olumlamak” veya hiç değilse “olağanlaştırmak” demektir. OysaUlusal Birlik Partisi, her zaman “Türkiye ile uyumlu olmak” ile övünmüş ve gelinen aşamada KKTC’nin kendi giderlerini karşılayamayacağına inanan önemli bir kesimin oyunu sadece bu gerekçe ile almayı başarmış bir partidir. Müdahale olağanlaştırılıyorsa tam da bu siyasi proje sayesindedir ve bu siyasi duruş KKTC halkının en fazla rağbet ettiği duruştur. Son krizle ilgili gelişmelerse, çok sayıda UBP yöneticilerinin hala daha, “Türkiye’nin acentesi gibi” siyaset yapmak gerektiğini düşündüklerini gösteriyor.

Bu durumda bu olguyu göz ardı etmemizi kimse isteyemez! Müdahale bir gerçek olduğu kadar, müdahaleciyle birlikte hareket etmeyi siyaset haline getirmiş siyasal bir gücün varlığı da bir gerçektir. Bunlar, KKTC’nin siyasi gerçeklikleridir.

MÜDAHALE OLANAKLARI

Faiz Sucuoğlu’nun Türkiye’yi yönetenler tarafından neden istenmediğini hala daha anlamış değiliz ama Sucuoğlu gibi partisi ve halk tarafından seçilen kişilere karşı yapılan müdahalelerin neden etkili olduğunu biliyoruz.

KKTC’de ayakta kalan tek bir kamu kurumu bile yoktur. Kıb-Tek’ten söz etmeyi zül sayıyorum; son faturalarla birlikte bütün müşterilerinin sövgülerine mazhar oluyor. Diğer kamu kurumları da borç ve maaş batağındadırlar. Sosyal sigorta emeklilerinin ödenemeyeceği günler hızla yaklaşıyor. Halkın önemli bir bölümü, kamu görevlilerine ödenen maaşların boşuna olduğuna inanıyor.

Covid-19 salgını KKTC’deki işletmeleri zayıflattı ama bu işletmeler devletlerinden yeterli desteği alamadı. Salgın nedeniyle büyük ölçüde kaybedilmiş olan dış gelirlerin geri kazanılması için de devlet hiçbir şey yapmıyor; yapamıyor… Özel sektör işletmeleri ve çalışanları dükkanlarını kapatmak tehlikesi ile karşı karşıyadır.

KKTC’nin kurumlarıyla ve halkıyla içine düşürüldüğü bu durum Ankara’da oturup KKTC’yi yönetmek sevdasında olanların ellerini güçlendiriyor. UBP, başkanının Ankara tarafından istenmediği koşullarda hükümet etmeyi sürdürecek durumda değildir ve olamayacaktır.

ANKARA’SIZ YÖNETEBİLMEK

Peki UBP böyle de, diğer siyasi güçler farklı mı?

Biraz da olsa fark vardır elbette…

CTP, Ankara’nın katkısı olmadan mali sorunları aşabileceğini ima ediyor… “İma ediyor” ama iddia etmiyor… Bunun müphem kalmasında yarar görüyor olmalıdırlar. Ne olur, ne olmaz!

CTP’nin diğer temel iddiaları da gelip gelip Ankara ile iş birliği yapmaya dayanıyor. Seçim kampanyası sırasında, KKTC’nin Euro kullanabileceğini ve Ankara’yı buna ikna edebileceklerini ileri sürmüşlerdi. Aralarında, Türk Lirası’nın enflasyonu nedeni ile Türkiye’nin bize “tazminat” veya “vergi” ödemesi gerektiğini savunanlar bile vardır.

Bunlar, KKTC hükümeti ile Ankara’nın iş birliği olmadan hayata geçemeyecek olan düşüncelerdir. Ana muhalefet partisi ileri gelenleri de “Ankara’nın katkısı ve desteği olmadan idare edebiliriz” iddiasında bulunmadılar, bulunamıyorlar.

ANKARA İLE İLİŞKİLER KRİZİ

Durumun anlattığım gibi olduğu kanaatini paylaşıyorsanız, KKTC’deki siyasi krizi sadece bir “demokrasi krizi” olarak tanımlayamazsınız.

Sucuoğlu partisinin %60 oyuyla seçilmiş ve partisi seçimde %40’a yakın oy almıştır. KKTC Meclisi’nin bugünkü aritmetik yapısı içinde UBP’siz bir hükümet kurulması imkansızdır. Seçim yeni bitmiştir ve seçimin niteliği konusunda da bir tartışma bulunmamaktadır. Bu durumda krizin temelinde “demokrasi sorunları” değil, Ankara ile ilişkiler yatmaktadır.

“Ankara’ya ne oluyor? Ne karışır?” denildiğini duyar gibiyim…

Niye karıştığını veya karışmasa ne olacağını hepimiz her gün görüyoruz. KKTC’yi Ankara’yı karıştırmadan da idare edilebilir hale getirmeden siyasetteki Ankara faktörünün etkisini azaltamazsınız.

Belki de eninde sonunda yeni bir erken genel seçimle yüzleşmek zorunda kalacağız… Peki, KKTC Meclisi’nin yapısını değiştirsek kriz çözümlenecek mi? Yoksa yeni bir şekil ve yeni bir içerikle karşımıza mı dikilecek? Ankara ile ilişkileri sağlıklı bir temele oturtamazsanız elbette öyle olacak; seçim siyasi krizi ortadan kaldırmayacak. Siyasi krizi atlatarak halkın gerçek sorunları ile mücadele etmek isteyenler, Ankara ile ilişkileri nasıl yürüteceklerini de anlaşılır ve ikna edici bir şekilde ortaya koymak zorundadırlar.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz