“YURTTA SULH, CİHANDA SULH”

Ne yurtta sulh kaldı ne de cihanda! Onu bırakın, Atatürk’ün Anayasa’ya giren sözünü anımsayan Türk bile kalmadı!

0
blank

Çevremiz bir anda ateş çemberine döndü. Tarihi geçmişine bakmadan, bugünkü haliyle “tam anlamıyla anlamsız” hale gelen saldırılar ve kanlı çatışmalarla kuşatılmış durumdayız. Yakın geçmişte “başımıza bomba düştüğü” de olmuştu ama düşmese ne olur; başkalarının bunca büyük felaketlerine tanık olmak, korkmak ve insanlığımızdan utanmak için yeterlidir.

Gazze’de sıkıştırılan, dini değerler ve İran’ın petrol gelirleri ile beslenen genç Filistinli Araplar patladı. Belli ki emir de geldi ve sınırlarını aşarak İsrail’e karşı saldırıya geçtiler. Bu saldırının Filistin’deki Arapların haklarını almalarına yardımcı olmayacağı; tam tersine İsrail’in kendi halkı ile bile kavgalı olan hükümetini güçlendireceği ve Arapların elinde kalan toprakları da kaybetmelerine neden olacağı açık değil mi?

Kapsamlı analizlere başvurmadan rahatlıkla söylenebilir ki, bu saldırı İran’ın İsrail-Arap yakınlaşmalarını önleme amacına uygundur ama sonuçta Filistin’deki Arapların can ve mal kaybı gibi siyasi güç kaybı ile de sonuçlanacaktır.

İsrail “savaş” ilan etmiş… “Zaten savaşta değiller miydi” diyebilirsiniz tabii… Ama bu “savaş ilanı”, İsrail’in daha neler yapacağını göstermesi bakımından önemlidir. Ne yazık ki elimizden “Tanrı, Gazze’deki sivilleri ve özellikle çocukları korusun!” demekten başka bir şey gelmiyor.

blank
Türkiye etrafındaki bunca badireden sadece güçlü ordusu sayesinde kurtulmadı; çevresine göre daha iyi çalışan bir demokrasi ve tarafsızlık politikasıyla kurtuldu. Yurtta sulh, cihanda sulh bu coğrafyada bile işe yaradı. Suriye örneği, haritada görülen çatışmalara taraf tutarak müdahil olmaya kalkışsaydı Türkiye’nin başına neler gelebileceğini anlatmaya yeter de artar bile.
——————————————————————–

Suriye’deki savaşın kızışacağına dair işaretleri de görmezden gelemeyiz. Esat güçleri İdlib’te toplanmış olan radikal İslamcı militanlara yönelik saldırılarını artırdılar. Türkiye, Kuzey Suriye’deki Kürt silahlı gruplarına hava akınları düzenliyor. Bölgede hem askeri güç hem de siyasi nüfuz sahibi olan Rusya ve İran gibi devletler, Ukrayna ve Güney Kafkasya’da kendilerine yönelik baskıları azaltmak için Suriye cephesini yeniden canlandırmaya çalışıyor olabilirler. Amerika, kendi mevzilerini güçlendirmiş etrafı gözetliyor. Bu çatışmaların nereye doğru genişleyeceğini de bilemiyoruz.

Bölgemizde bir de “potansiyel savaşlar” var: Yemen’de Suudi-İran rekabeti zaman zaman çok kanlı bir hal alıyor. Gürcistan’ın Rusya tarafından işgal edilmiş bölgeleri ne olacak? Ermenistan-Azerbaycan gerginliği belki de en kolay çözümlenebilecek sorundur ama henüz çözümlenmiş değildir. Kosova barut fıçısı; Balkanlar da kaynamaya devam ediyor. Ne iyi ki Yunanistan’ın başında aklı başında biri var; Türk-Yunan gerginlikleri alabildiğine azalmış görünüyor.

Dünyayı bir satranç tahtasına çevirdiler ama bu tahtadaki piyonlar tahtadan, mermerden veya plastikten yapılmış değil. İnsanlar ölüyor; hayatlar harcanıyor!

Bütün bu gelişmelerden elbette “karşı taraf” sorumludur! Biz değil, düşmanlarımız saldırmıştır!

Savaşın, en azından silahlı çatışmanın önlenmesi için ne yaptık ve ne yapıyoruz peki?

Hiç! Saldırgana “gerekli cevabı” vermek zorundaydık ve verdik! Çoğumuzun aklı, eğer buna “çalışma” denirse, böyle çalışıyor! Dini değerlere artan bağlılık da bunu körüklüyor zaten. Herkes şehit olup cennete gitmenin derdine düştü!

Bütün bunlara karşılık “Yurtta sulh, cihanda sulh” demeyi unutuyoruz. Okul yıllarımız Atatürk’ün bu özdeyişine anlam yüklemeye çalışmakla geçmişti. Şimdiki Türk dış politika yapıcılarının bile bunu hatırlamadığını görmek çok hazin!

Oysa bu özdeyiş, şimdiki zamanda çok daha derin anlamlar kazanmış olmalıydı. Yaşadıklarımız, yurdunu işgal eden güçlere karşı verdiği savaşı kazanan Mustafa Kemal’in daha savaşın izleri yok olmadan “sulh politikasına” yönelmiş olmasının ne denli önemli ve “büyük lider davranışı” olduğunu çok daha iyi anlamamızı sağlamalıydı. En azından biz Türkler, bunu anlamalı ve dünyaya da anlatmaya çalışmalıydık. Biz ise, bunu anlamak ve anlatmaya çalışmak yerine “Lozan’da yitirilen adaları” veya Musul’u tartışmayı yeğliyoruz… “Yakında “Ordular, ilk hedefiniz Aksa’dır ileri!” emrini duysak bile şaşmayacağız!

Dünya ne hale geldi, düşünebiliyor musunuz? Kötüye gidiyoruz ve yeni bir dünya düzeni kuruyoruz işte! Ölüm, kan ve gözyaşı ile dolu bir dünya… Bu düzen oluşurken yer kapmaya çalışmak ne denli akıllıca olacak bilemiyorum… Kendi sınırlarına kapanmak, demokratik bir pasifizme olanak vermek ve herkesin kendince yaşamasına fırsat tanımak… Bana en akıllıcası bunlarmış gibi geliyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz