EGEMENLİĞİN SINIR VE TANIMI DEĞİŞİYOR OLMASIN!

0
blank
blank

Kıbrıs sorunu ile ilgili değil bu yazı. Hatta hiç alakası yok.

Artık farkındasınızdır, dünya son yıllarda sınır tanımayan birbirinden bağımsız problemlerle meşgul. Birbirinden bağımsız gibi duran problemlerin kamuoylarında direk ifade edilmese de doğurduğu sonuç açısından buluştuğu ortak nokta da “egemenlik” ile ilgili.

Derinlemesine bilgi sahibi olmasak da ülke egemenliklerini tehdit eden global problemler neler diye yüzeysel olarak sıralayalım:

Sıraladığımız buna benzer gelişmeleri ve olayları giderek çaresizlik içerisinde seyreden ülke yönetimleri ve kamuoyları var.

Giderek sınır tanımayan ve bir ülkenin aldığı kararlarla pek bir ilerleme kaydedemeyeceği sorunlar olarak bunlar ön plana çıktı.

Kimi çevreler de buna “çıktı” değil de, bu problemlerin gündeme başka bir amaca hizmet için “çıkarıldığı” ve yeni bir dünya düzenine kontrollü bir şekilde yol alındığı iddiasında.

İnsanlık tarihinin geçmişte yaşadıkları ile bugün içinden geçtiğimiz süreci ayrıştıran en önemli faktör olan bilişim ve iletişim çağında olmamız ve bilişim ve iletişimin tüm velinimetlerinin de özgürce kullanılması, bu çaresizliğin farkındalığının yayılmasına katkı yapıyor. Yoksa insanlık tarihinde salgın hastalıklar, mali çöküşler ve terör hep olmuş.

Tüm bu global problemlerin inanılmaz bir hız ile dünyanın en ücra yerine kadar ulaşıp gündem ve korku yaratması bugün geçmişe göre insan tarihinde fark yaratan ana unsur. Bunun toplumlar üzerinde yarattığı etki de doğal olarak farklı seyrediyor ve birbirini besleyerek büyüyor.

Bu sorunlara çözüm bulamamak gelişmekte olan ülkelerde bir süreliğine de olsa yadırganacak bir durum olmayabilir. Bu gruba dahil olan ülkelerde nedeni belli olmayan ölüm normal hayatın parçası olmuş. Ama ekonomik ve askeri yönden güçlü olan ülkelerin kamuoyları dahil giderek buna tahammül etmekte zorlanıyor. Niye bunlar oluyor sorusunun cevapsız kalması devlete karşı çok daha büyük bir hayal kırıklığı yaratıyor. Biz de varlığı olan ama ağırlığı olmayan halimizle bu hayal kırıklığının kendi payımıza düşenini fazlasıyla yaşıyoruz.

Son 30 yılda bu sorunlar güçlü ülkelerin bile tek başına ne kadar yetersiz kalabileceklerini kendi vatandaşlarına iyice göstermeye başladı. Sorunların küresel boyut kazandığı bir ortamda dünyanın ülkeler bazında örgütlendiğini unutmamak lazım. Bu aşamada dünyada ülkelerin yerini küresel bir devletin almasını önermek gerçekçi olmaz. Olsa olsa bilim kurgu film senaryosu olur bu. İyi de gişe yapar çünkü kullanılabilecek çok done ortaya çıktı.

Diğer taraftan ama, büyük sermaye grupları, uluslararası şirketler ve küresel sivil toplum örgütleri eğitim, çevre ve sağlık sistemlerinin, vergi toplama yetkisinin, askeri güçlerin ülkeler bazında örgütlendiği bir dünyada bu küresel sorunlara çözüm bulabilmenin gittikçe güçleştiğini artık her platformda işlemeye başladı. Açıkça olmasa da söylenmeye çalışılan bu sorunların çözümü için ülke egemenliklerinin küresel kurumlar ile paylaşımının gerektiği. Bu kurumlar ve uluslararası şirketler merkezi hükümetlerle, başarılı olamadıkları noktada da yerel yönetimler ile küresel STÖ’lerin arasında köprü görevi görerek iş birliği oluşturmaya çalışıyorlar. Yıllık iş planlarında var bu. Bu vesileyle hem şirketler hem de STÖ’lar etki alanlarını artırarak yetki alanlarını artırmaya çalışıyorlar.

Buna karşı olarak da yaşananların geçici olduğundan hareketle ulus devleti korumak için ülkeler de kapitalizmin öncü süvarilerine karşı kendi mücadelelerini vermeye devam ediyor.

Küresel örgütlerle birlikte uluslararası sermayenin global sorunları ön plana çıkararak insanları, ülke kaynaklarını ve sermaye akışını kontrol etmeyi ve kendi düzenini korumayı amaçladığını söylemek bu resme baktığınızda hafife alınacak bir iddia değil. Yaşanan gelişmeler sonucunda ortaya çıkan sınır tanımayan problemlerin sebep olduğu korkularımızı bir de bu perspektiften değerlendirerek düşünmek lazım.

Korkularımızdan ülke egemenliğinden taviz vererek kurtulacağımız bir geleceğe doğru yol alıyoruz.

Korona virüsü ve sebep olduklarına bir de bu gözle bakın.

Birileri bize bir şey söylemek istiyor mu diye komplo teorilerine kulak verip kendinizi kaptırmayın ama gördükleriniz, kendi yaşadıklarınız ile kendi iç sesinizi, muhasebenizi de yapın.

Bu yazı 29 Şubat 2020 de korona virüs Türkiye ve KKTC’ye gelmeden ama kapıya dayanan ayak sesleri duyulduğu sırada yazıldı. Hala daha güncelliğini koruyor diye neredeyse bir yıl sonra ufak eklemeler yaparak yine yayınlayayım dedim. Bazen hayatı oluruna bırakıp geçmişte yazdıklarınızı tekrar hatırlatmak adına yayınlamak en iyi yoldur.

Bizim için yeni yazılacak pek de bir şey kalmadı. Ektiğimizi biçiyor ve içine bir günde girmediğimiz çukurdan gökyüzüne bakıyoruz.

Kamuoyunun keyfinin yerine gelmesini beklemekten başka çare olmayan durumlarda belki de en doğrusu her şeyi oluruna bırakmaktır.

Bakalım suyun kaynama derecesi misali, farklı diyarlardaki toplumların kaynama derecesi ne zaman 99 derecenin üstüne çıkacak ve o bir derecelik artış ekonomi ve siyaset üzerinde nasıl bir etki yapacak?

Su örneğinden hareketle suyun 99 dereceye gelirken dışa yansıyan haliyle bir derece sonraki hali hayli farklı oluyor.

Bu etki geçici mi olacak yoksa kalıcı bir değişimin domino etkisini mi yaratacak hep birlikte göreceğiz. Gelinen noktada bunu görmek için bir süre de olsa oluruna bırakıp beklemek ve fazla da yeni bir şeyler yazmak için debelenmemek lazım. İki devlete dayalı “egemen eşitlik” deniyor ya biz bunun olup olmayacağını ya da tam olarak ne olduğunu tartışıyorken o egemenliğin sınırları ve tanımı değişiyor olmasın!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz