‘BOZULAN DÜZENİ’ KURALIM MI ARTIK?

0
blank

Bugün 20 Temmuz Barış Harekatı’nın 46’ncı yıldönümü… Kimisi için acı, kimisi için tatlı hatıralarla dolu… 

Peşinen söylemem lazım ki, Kıbrıs sorunu nedeniyle kayıplara uğramış bir ailenin çocuğu değilim. 1974 öncesinde göçmenlik de yaşamadık. Toplumlararası çatışmaların yaşattığı maddi yoksunlukları da köy hayatı nedeniyle oldukça sınırlı hissettiğimizi sanıyorum; açlık tehlikesi yaşamadık.

Böyle bir ailenin 17 yaşındaki oğlu olarak, daha harekatın başladığı günlerde annemi meraklanmaması için teselli etmeye çalışırken, yakında Kuzey’e geçeceğimizi ve orada yeni bir hayat kuracağımızı söylediğimi çok iyi hatırlarım. 1973 seçimleri ile Denktaş karşıtlığına başlamış olan benim gibi bir gencin böyle bir kanaate varmış olmasının nedenini ise hala çözebilmiş değilim…

TARİHİN DEVAMLILIĞI

Belki de bunun nedeni, bizi 20 Temmuz 1974’e getiren günlerde içimize sinmiş olan gerçeklikti. Şimdi artık ‘Kıbrıs sorunu’ dediğimiz Kıbrıslı Rumlar ile çatışmalarımız, günlük hayatımızın başlıca konuşma konusuydu zaten. 1970’li yılları, Kıbrıslı Rumlar arasındaki çatışmaları izleyerek yaşamaya başlamıştık. O tartışmaların verdiği izlenimle, harekat sonrasında Kıbrıslı Türklerin Kuzey’de toplanacağına kesin gözüyla bakıyorduk işte. Nitekim, ikinci harekatı izleyen günlerde, daha Ağustos ayı bitmeden, Vuda’nın neredeyse yarısından fazlası boşalmıştı bile. Olacaklara o kadar kesin gözle bakıyorduk ki, anne ve babamın Kuzey’e geçmesini beklemeden Ankara’da yüksek öğrenime gitmekte bile beis görmemiştim.

Bu süreçte, elbette diplomasi de devam etti: Cenevre görüşmeleri; kantonal sistem önerisi; v.s.! Biliyoruz ki, bu aşamada yakalanan çözüm fırsatları Kıbrıs Rum liderliği tarafından geri püskürtüldü. Daha sonraki iki zirvede, 1977 ve 1979’da, sağlanan sağlanan ‘çözüm prensipleri’ hala daha geçerliliğini koruyor ama Annan Planı macerası ile Akıncı’nın İsviçre çıkışları bile bu prensiplerin hayata geçirilmesine yetmedi.

Aradan 46 yıl geçti, ne Kıbrıs Cumhuriyeti restore edilebildi; ne de yeni bir ortaklık kuruldu. Taraflar, konjenktürün verdiği olanakları isteklerini maksimize etmek için kullandı; bir gün biri, ertesi gün diğeri! Ve çözümsüzlük adeta betonlaştı.

Bizi, 20 Temmuz 1974’de getiren tarihi süreç, yeni şekillerle de olsa akmaya devam ediyor. Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıs adasına tek başlarına sahip çıkmak isterken, Kıbrıslı Türkler buna itiraz etmeye devam ediyor. Bunun nedenlerini, neler olabileceğini veya olamayacağını tartışmaya ise devam ediyoruz.

‘BOZULAR DÜZEN’ VURGUSU

Bu süreci kavramak yerine, tarihi akış içinde söylenen lafların peşine takılmayı seviyoruz ama.

blank
60 DÜZENİNE DÖNÜŞ: Annan Planı’nın Rumlar tarafından reddedilmesi çözümden yana olan Kıbrıslı Türkleri yeni arayışlara itmişti. Akıncı ve arkadaşları 1960 düzenine sahip çıkabilmek için seçmen kütüklerine kaydolma başvurusu yaptılar ama reddedildiler. Böylece bu projenin hayal olduğu da ortaya çıkmış oldu.

Örneğin, Barış Harekatı’nın “bozulan düzeni yeniden tesis etmek” için yapıldığını söyleyip duruyor ve 1960 düzenini yeniden tesis etmediği için Türkiye’yi suçlu göstermeye çalışıyoruz. Bu süreçte, Türk tarafınca reddedilen bir-iki öneri olmuşsa bunları ‘kaçan fırsatlar’ olarak lanse ediyor; Cuellar Planı’nından Gali önerilerine, Annan Planı’ndan İsviçre dağlarında yaşanan tatilimsi tartışmalara kadar bütün diğer gelişmeleri göz ardı etmeye özen gösteriyoruz.

Bozulan düzene dönmeye çok hevesliyiz ama bugünün KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ve 77 arkadaşının 2006 yılındaki “seçmen kütüklerine kaydolma” başvurusunun Rum tarafınca reddedildiğini unutuyoruz. 78 Kıbrıslı Türk’ün iddiası, bunun “Kıbrıs Cumhuriyeti’nden kaynaklanan bir hak” olduğu idi tabii… Ama olmadı işte! Onlar da hiçbir şey yapamadılar!

TARİH AKMAYA DEVAM EDİYOR

Kıbrıslı Türklerin bir kısmında, olan bitenden Türk tarafını ve özellikle Türkiye’yi sorumlu tutma duygusu iyice güçlenmiştir. Sanki de Türkiye, her istediğini yapabilecek güçtedir… Ardından, aynı Türkiye’ye ‘gücü hiçbir şeye yetmeyen zavallı’ muamelesi de yapılabiliyor ama…

Tarihi kendi akışı içinde ve neden-sonuç ilişkileri ile birlikte algılamak yerine yaşadığımız günün ihtiyaçları ile şekillenmiş duygularla anlama ve anlatma hiçbir sorunu çözmüyor.

Mümkün olan çözümlere sahip çıkmazsak, kendimizi tarihin akışına bıraktık demektir. Tarih, elbette kendi hükmünü icra edecek; biz de gürleyerek akan bu nehirde bir kütük gibi sürüklenip gidecek; bir kısmımız duygusal hezeyanlarını ortalığa sererken, bir kısmımız da onları öfkelenerek veya gülümseyerek izlemeyi sürdürecektir. 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz