AKIL SIR ERMEYEN KONULAR VE SONUÇLARI

0
blank
blank

İstanbul’da sokağa çıkıp rastgele karşınıza çıkanlara “İstanbul’da büyük bir deprem olacak mı?” diye sorsanız “evet kesin olacak” derler.

Bizim mahalleyi, apartmanı etkileyeceği nereden belli diye yan mahallenin veya apartmanın önlem almasını beklerler. Herkesin kafasında önlem alınması gereken ikamet ettikleri değil başka bir mahalle ve apartmandır.

Önlem aldınız mı, ne yapıyorsunuz diye soracak olursunuz.

Olacak olan felaketin etkisini azaltmak için inisiyatif almak hiç kimsenin işine gelmez çünkü alışılagelen ‘konfor’ alanından çıkmayı, kaynak ayırmayı gerektirebilir.

Özetle bir süre de olsa sıkıntı çekmeyi göze alma sonucunu doğurur. Bundan dolayı da tercih edilmez. Kendi ve sevdiklerinin hayatı söz konusu olsa da ben değil başkası başlatsın ve yapsın hâkim düşünce olur. 

Ya da devletin gelip apartmanı mühürlemesini ve sonrasında da mağdur edebiyatı yapmayı bekler pozisyonda öylesine beklenir.

Bir noktadan sonra velhasıl zor iştir kurulu olanı içeriden tamir ederek düzeltmek ve iyileştirmek. Çürük de olsa bir denge vardır kurulu olan yapıda.

Kuzeydeki iç siyaset ve devlet yönetimindeki yapı da günden güne hızlanan bir şekilde buna benziyor. Parti sempatizanlığı gözetmeksizin kiminle konuşsam herkes ayni şeyi söylüyor. Ümitsizlik, bıkkınlık ve çaresizlik ciddi şekilde artmış. 

Kuzeydeki gidişat böyle gider mi diye sorsam, partili partisiz hemen herkes “hayır” diyor.

Değiştirilmesi lazım mı diye sor. Çok daha gür bir sesle “evet, hem de hemen” denir.

Ha ama Türkiye’deki aklı başında bürokrasi de bunun değişmesini istiyor deseniz. Başta söylenenler bir anda “hele biraz dur bakalım” olur.

Ruh hali böyle olunca mantık yerini iyice duygusallığa ve paranoyaya bırakıyor. Bizim gibi adaya dışarıdan bakıp olan bitenden anlam çıkarmaya çalışanlar tam da bu noktada kopuyorlar.

Konuyu biraz eşeleyince devlet ve kamu yönetiminde genel kabul görmüş temel sevk ve idare ile ilgili söylenenler yanında Ankara’daki irade ve onun adadaki temsilcilerinin seçim dönemleri dahil iç siyaseti yönlendirmekteki kibirli yaklaşımı sağlıklı diyalog kurulmasına ciddi bir engel teşkil ettiği sonucu çıkıyor. 

Bir de bunun üstüne bizim iç siyasetimize müdahil olan ayni çevreler, içinde Atatürk barındırmayan “milli” söylem üzerinden bir de bize milliyetçiliği öğretmeye yönelik göndermeleri de eklenince ortaya bambaşka dinamiklerin ördüğü içinden çıkması zor bir yumak çıkıyor. 

Anlayacağınız ‘ağabey’ efendilikle ağabeylik yapmakla sınırlı kalmayıp ‘ağa’ olmaya soyunur hale gelince toplum içinde konu gözetmeksizin partiler üstü pasif direniş devreye giriyor.

Sonuç? 

Bu ders vermeye yönelik pasif direniş devlet ve kamu maliyesi yönetimi ile ilgili hayata geçirilmesi gerektiği söylenen doğrulara karşı da ağır basıyor. 

Depreme karşı önlem alınmasında mutabık olup hiçbir şey yapmamak gibi yazının başında yansıttığım psikolojinin aynisi su yüzüne çıkıyor.

Seçim gelip geçiyor ama iç siyasete müdahil olmanın yarattığı tahribat genel kabul görmüş temel doğrular üzerinden olması gereken değişim için konfor alanından çıkmamak isteyen çıkar çevreleri için de sebep oluyor. Bu kesimlerin ekmeğine yağ sürüyor.

Artı toplumda uzun süre etkisi kalan Türkiye karşıtı bir reaksiyon doğuruyor ki bulunduğu coğrafyada yalnızlaşan Türkiye için bunun adamızda da pekiştirme yapılarak otomatik bir reflekse dönüşme riski ve tehlikesi günden güne artıyor. Bürokratlar gelip gidiyor ama adada günün birinde biz bu duruma nasıl geldik diye soracak olan siyasilere arkalarında böyle bir miras bırakıyorlar. 

Yalakalık ile isyankâr olmak arasında bu toplumun sonunda neyi ne zaman tercih edeceğini kestirmenin zor olacağı bir geleceğe doğru yol alınıyor. 

Türkiye ile iş birliği içinde en basit problemlerin çözümünde bile yol alamıyoruz. Zaman kaydediyoruz.

Anlayacağınız seçime yönelik adına ne derseniz deyin Türkiye’nin yönlendirme çabası hiç hesapta olmayan bir şekilde dönüp dolaşıp Rum’un ana siyasetine hizmet ediyor.

Nedir o?

Kıbrıs sorununu hem Kıbrıs Türkü hem de Türkiye devletinin üzerindeki ağırlığını artıran yük yapmak ve yıldırmak. Bunu başaramadan hedeflerine ulaşabileceklerine inanmıyorlar.

Bölgesel güç olma iddiasındaki koskoca Türkiye Cumhuriyeti devleti bir avuç insanın demokratik bir şekilde yapacağı seçimde arasına mesafe koyarak tarafsız olarak izlemeyi hiç mi öğrenemedi sorusunu bu topluma sordurtuyorlar.

Bu başarması bu kadar zor bir konu mudur?

Bu hâkim olamama siyasetinin şu veya bu sebepten dolayı gönüllerinde olan ama hiçbir zaman açık etmemeleri gereken sonucun tam tersini doğuracağını hesap edemiyorlar mı?

Yoksa bambaşka bir müdahale için fırsat zemini mi yaratmak peşindeler ki bu şekilde davranıyorlar gibi deli sorular insanın aklına geliyor.

Olan biten ya buna ticari kazanç elde etmek için alet olanların ya da seçimlere müdahaleye karşı duranların kara cahilliğinden dolayıdır.

Ben kendimden eminim.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz