Geçen haftanın oldukça hareketli ve hatta “hararetli” geçeceği önceden belli olmuştu. Kız çocuklarının türban ile okullara gidebilmesi için yapılan baskılara yerleşkenin açılış törenine katılmak üzere adaya gelecek olan Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “sıkılama” sözleri de eklenince hepimiz “ne olacak” diye beklemeye başladık.
Türkiye Cumhurbaşkanı, farklı değerlendirmelere konu olacak sözler kullanmış olsa bile törenlerin dikkatlice düzenlendiğini ve konuşmanın sertliğinin ustaca ayarlandığını düşünüyorum. Özellikle yerleşke açılış töreninde…
Dua edildi ama Arapça uzun bir dua veya Kuran okuma yerine daha şık duracak bir şekilde “dilek ve temenniler” içeren Türkçe ifadeler kullanıldı. Din İşleri Başkanımız törene cübbe yerine takım elbise ile katıldı. Sıkılama yerine “yumuşama” oldu diyebiliriz.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Teknofest, bu gerilimli haftanın kurbanı oldu. Yerel organizasyon çok kötüydü galiba… Erdoğan’ın burada yaptığı konuşma ise nispeten sertti; kendi taraftarlarını tatmine yönelik olduğunu düşünüyorum. Başörtüsü gündeme geldi ama “sıkılama” olmadı!
Bu arada olan KKTC’ye oldu sanırım. “KKTC’nin Türkiye’nin bir alt yönetimi olduğu” bir kez daha ve bizzat bizim tarafımızdan kanıtlandı. Türkiye Cumhurbaşkanı, çeşitli şeyler vaat etti. “Siz sadakatinizden ödün vermeyin biz sizi ihya ederiz” der gibiydi. KKTC yetkililerinin vurguları da aynı yöndeydi: Türkiye bizi hem düşmanlardan koruyacak hem de kalkındıracak!
Dünyanın çeşitli devletlerinin bize bakış açısı da budur zaten: Kuzey Kıbrıs’ta halkın iradesi ve özverisi ile yaşatılan, yoluna bu şekilde devam etmek isteyen, siyasal olarak tanınmasa bile halkı için hizmet üreten ve yabancılara muhatap olan bir oluşumdan söz etmiyorlar. Onlara göre Kuzey Kıbrıs’ta Türkiye’ye giderek daha bağımlı hale gelen ve hatta yönetimi de Türkiye tarafından belirlenen “göstermelik bir idare” vardır.
Geçen haftanın toplam sonucuna baktığımız zaman bize vaat edilenler, bu yaklaşımı doğruluyor: Yollar ve köprüler; hastaneler yapılacak. Bütçe açıklarımız kapatılacak. Temel atma veya açılış törenlerinde Kıbrıslı yüzleri mumla arayacağız. Bir sabah uyandığımızda adımızı değişmiş olarak bile bulabiliriz! Kimimiz alkışlayacak, kimimiz itiraz edecek ama bütün bunlar bizim katkımız olmadan yaşanacak!
Bu durumda Hristodulidis’in Türkiye ile pazarlık yapma girişimlerine karşı durmak nasıl mümkün olacak? Türkiye, uluslararası ilişkilerinin her adımında karşısında Hristodulidis’in taleplerini bulursa “Git ve Kıbrıslı Türkler ile anlaş” diyebilecek mi? Dediği zaman kimden destek alacak? Hristodulidis’e, “Bizi adadaki soruna taraf etme” diyecek ve Türkiye ile ilişkilerini Kıbrıs sorununun vesayeti altına sokmayı reddedecek yandaşları olacak mı?
Durum buysa, ister federasyon talep edelim istersek iki devlet, Hristodulidis’i bizimle anlaşmaya kim ikna edecek?